“Terörsüz Türkiye süreci” üzerine

Yıllardır terör belasıyla mücadele eden Türkiye, tarihi bir dönüm noktasında. 40 yıldır nice canlar, nice vatan evlatları, nice ana kuzuları şehit verildi. Vatanın bölünmez bütünlüğüne kasteden alçaklar, yıllarca kalleş planlarını hayata geçirebilmek için bölgeyi ateşe attı. Türkü ile Kürdü ile, Çerkezi ile Arabı ile bu topraklarda çatışmasız, kavgasız, kardeşçe yaşamanın huzurunu yıllarca bize tattırmadılar.

Ve artık nihayet, siyasi olarak faturası ne olursa olsun ama bu bela bitsin diyen bir irade ortaya çıktı.
Bu sürece nasıl gelindi öncelikle buna değinmek gerekiyor.
Esasında son olarak söyleyeceğimizi, en başta söyleyerek başlamak isterim.
Terör örgütü PKK , ülke içindeki tüm bileşenleri ile mağlup edildi. Sınırlarımız içindeki sayılı örgüt mensupları Irak’a geçti. Kan ve çevresindeki, sığınaklar, kamp alanları kapatıldı. Terör örgütü silah bıraktı.

Bu; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin terörle mücadelesinin bir zaferidir. Ancak bu zaferi gölgelemeye çalışan, başarılı mücadeleyi itibarsızlaştırmaya gayret gösterenleri de iyi tanımak gerekir. Vay efendim, bebek katili Abdullah Öcalan çağrıda bulunmasaydı örgüt silah bırakmazdı.

ÖCALAN ÇAĞRIDA BULUNMADI, ÇAĞRIDA BULUNMAK ZORUNDA KALDI!

Bazılarına göre terör örgütü lideri bir sabah uyandı ve; bugün PKK’ya silah bırakma çağrısında bulunayım bakalım dedi. Tabi ki mesele öyle değil. Buralara nasıl gelindiğine bakalım.

PKK terör örgütünün kurulduğu ilk yıllarda, çok yoğun bir eylem potansiyelinin olduğunu söyleyemeyiz. 1990’lı yılların sonunda özellikle de Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından terör örgütü ciddi anlamda güç kaybetti. Ancak 2000 ve 2010 yılları arasında toparlandı. Eylem sayılarında her ne kadar azalma olduysa da örgüt mensubu kazanma ve ekonomik toparlanma bu dönemde zirve yaptı. Ama bütün bu süre zarfında PKK’nın taktiği hep aynıydı.

Kırsaldan başlayarak, şiddeti şehirlere yayma bu sayede de şehirlerde politik bir güç kazanıp, belli bir coğrafi alanda iktidarı ele geçirme gayreti. Kaldı ki bu strateji PKK’nın kurulduğu dönemden itibaren temel yöntemiydi. Kırsal alanda başarısız olunca şehre, şehirde başarısız olunca kıra, her ikisinde başarısız olunca da kıra dayalı şehir ayaklanmalarına başvuruyordu. (Hendek terörü buna en yakın örnek)

PKK kurulduğu dönemden bu yana ilk kez, 2021 yılından sonra, eylem yapamaz hale gelmişti. Türkiye sınırları içinde zaten çok fazla eylem yapacak örgüt mensubu da kalmamıştı. Hatta kendilerine güvenli alan olarak gördükleri Irak’ın kuzeyi ve Kandil'de bile hareket kabiliyetlerini kaybetmişlerdi. Bu durum terör örgütünün silahlı eylem bağlamında aslında mağlubiyete uğradığının göstergesiydi.

Terör örgütünün kolunun bacağını kırılması, diz çöktürülmesi tek bir sebebe bağlanamaz. En önemlilerine değinecek olursak İHA ve SİHA'ları en başa yazarız herhalde. Teknolojik üstünlük örgütün silahlı saldırganlığına adeta bir balyoz gibi darbe indirdi.

TSK'nın sınır ötesi harekatlarla kurduğu 'kalıcı üs bölgeleri' yani terörü kaynağında imha edip tehlikeyi sınır ötesinden önleyebilmek bir diğer önemli gelişmeydi.

Örgütün finans kaynakları kurutuldu. Tüm bu kazanımlar, örgütün adeta nefes borusunu kesti. Bir de üstüne hendek terörü sonrası eleman devşiremiyor oluşu var ki son çiviyi de aslında o çaktı. Eleman temini neredeyse bitme noktasına geldi. Sözün özü, Öcalan örgütü feshettiğini açıklamak zorunda kaldı.

Bu süreç nasıl devam edecek göreceğiz. Temkinli iyimserliğimizi muhafaza ediyoruz. Toplumun %80’inin destek verdiği bir süreçte acaba gerekli miydi dedirten İmralı görüşmesi meselesine belki sonraki yazılarımızda gireriz.

PKK'YI APARAT OLARAK KULLANANLAR, ARTIK İSMİNİ KENDİLERİNİN KOYDUĞU 'SDG' İLE YOLA DEVAM DEDİ

PKK, kendisini kullanan güçler bakımından artık tercih edilen bir yapıya sahip değildi.
Çünkü artık onların Suriye’de adını kendilerinin koyduğu SDG ismini verdikleri ama bizim terör örgütü olarak bildiğimiz YPG vardı. Öcalan'ın silah bırakma çağrısı terör örgütünün tüm uzantılarını kapsayacağı söylendi. Ancak YPG sözüm ona SDG hiç üzerine alınmadı. Örgütün başındaki Mazlum Abdi hiç kulak asmadı. Kısa donla Öcalan'ın paçasında gezen manevi oğlu olarak gösterilen Abdi’nin tutumu Amerika’dan bağımsız düşünülemez tabi ki. Amerika yat dediğinde yatacak, kalk dediğinde kalkacak. Ancak bu topraklarda son sözü Türk devletinin söyleyeceğini de Mazlum Abdi öğrenecek.

Devletimiz terör bitsin, şehit haberleri yüreğimizi dağlamasın, analarımız ağlamasın diye süreci bir cerrah titizliği ile yönetiyor. Terörün bitmesine hiç bu kadar yakın olmamıştık.

Ümit ederim ki en yakın zamanda bir daha terörü hiç konuşmadığımız günlere uyanırız.